Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İran-Türkiye farkı İran devrimi nedir? Modernist şah diktatörlüğüne karşı ulema liderliğinde halk ayaklanmasıdır. İran ile Türkiye arasındaki farklılıkta üç faktör belirleyici olmuştur: Siyasi otorite: Meselenin temelinde Şiiliğin siyasi otoriteyi gayri meşru görme şeklindeki kuvvetli eğilimi vardır. Osmanlı’da ise Sünnilikteki “ülül-emre
Osmanlı’da devlet, dini de içine alan, kuşatan büyük bir dairedir... Osmanlı’da herşey devlet içindir, din de devlet içindir. İran’da ise böyle gelişmiş bir bürokrasi kurumu olmadığı için, böyle bir devlet, yani üstün siyasi otorite bilinci ve kültürü de oluşmamıştır. Safevilerde ve sonrasında İran’da bürokrasi daima şahın ve nüfuz sahiplerinin şahsi memurlarından ibaret kalacaktır.
Reklam
Fâtih Sultan Mehmed, bu çeşit vakıf topraklarının vakfiyyetini fesh edip (kaldırıp) devlet hâzinesine mal etmiş, timarlılara vermiş veya seferlere eşkünci er göndermeyi zorunlu kılmıştır. ... II. Bayezid vakfiyyeti geri getirmiş, din adamlarının desteğini kazanmıştır.
Sayfa 76 - Kronik KitapKitabı okudu
Türk-Moğol Kağanları, Sultanları ve Beyleri hükmettikleri arazi üzerinde emretme yetkisine sahip en yüksek memurlar olarak görev yapmışlar. Ancak hiçbir zaman emrindekilerin sahibi olmamışlar. Sahip olmayı bilmemişler, öğrenmenişler, akıllarına dahi gelmemiş, dolayısıyla anlayamamış ve idrak dahi edememişler. Osmanlı’da padişahın kulu olma zihniyetini pekiştirmek isteyen Emevi anlayışına, Türk halkı, kitleler karşı koymuş, kabul etmemiş, o nedenle din ve devlet düşmanı ilan edilmişler.
Sayfa 19
Tanıdık geldi mi?
"İstanbul, Beyrut ve Selanik gibi istisnalar hariç Osmanlı şehirlerinin ve toplumun ne kadar geride olduğunu acı şekilde farketmişti. Osmanlıda ki en temel fark halkın eğitimsizliğiydi. Dini kaide adı altında hurafe teşkil eden görüşler nedeniyle dünya işleri bırakılmış,sınırlar uygarlık araçlarına kapatılmıştı. Devlet kara bir bağnazlık tarafından sarılmış ,ulema ise işler bozuldukça akla uygun çözüm yolları aramak yerine kadere razı gelmek ve dine yönelmek gibi çözümler üretir olmuştu. Halkın yaşadığı yokluk ve fakirliğin başarısızlık değil bir tür imtihan olduğuna inandırılmış ve buna karşı çıkmanın dünyaya değer vermek gibi oldukça günah bir eylem olduğuna ikna edilmişti. Toplum dinini dahi öğrenmekten uzak kalmış,sözde din adamlarının hurafeler ve geri düşüncelerle iç içe geçmiş öğretileri din adı altında zihinlere kazınmıştı. Toplumun bu şekilde esaret altında oluşunun nedeni eğitimsizliğiydi ve eğitimsizliğin sürdürülebilme koşulu toplum zihninin sözde hocalar ve şeyhler tarafından uyuşturuluyor oluşuydu. Şeyhler, dervişler,müritler,dedeler ve seyitler gibi kimseler geçimini halktan sağlıyor,tekke,türbe ve zaviye gibi kurumlar aracılığıyla çıkarlarını sürdürebildiği için toplumun içine düştüğü esaretten rahatsızlık duymuyordu. Öte yandan devlette büyük bir borç içinde kıvranıyor,toplumdan yüklü vergiler tahsis ediyor,soygunculuğun ve rüşvetçiliğin önüne geçemiyordu."
“Kerîm devlet”yani benimsenen ve aileden biri olarak kabul edilen bir devlet anlayışıyla kurulan Osmanlı Devleti,sadece insanlara karşı “kerîm değil,aynı zamanda hayvanlara karşı da insanî idi.Dünyanın bazı yerlerinde kadınların boyunlarına tasma takılarak pazarlarda “hayvanlar”gibi satıldığı bir devir olan 15.yüzyılda Osmanlı’da nalsız bir beygire yük vurmak suç olarak görülüyordu.Buzağısı olan bir ineği sonuna kadar sağmak da hukuka aykırıydı.Sağan ikaz edilir,buzağıya süt bırakılmamaya devam edilirse,ebediyen inek bakma hakkı elinden alınırdı.Arı kovanından balın sonuna kadar boşaltılması da suçtu.
Reklam
Osmanlı’da en imtiyazlı sınıf ulema-din sınıfıydı. Mülklerini, dinsel kurumlar olan vakıflar-tekkeler haline getirirlerdi. Çünkü tekke ve vakıflar, devlet organlarının ve hatta padişahın bile el uzatamadığı tek kurumdu. Halk, tüm varlıklarını kaybetmek yerine, gelirlerinin bir kısmını bu vakıf ve tekkelere verirlerdi. Bu paraların sadece çeyreği tekkenin masraflarına harcanır artanı şeyh-müritlerin cebine girerdi.
Masonluk, Nostradamus, Kanlı Kontes...
(Kara Büyücü, İblis’in Peygamber'i Crowley'in ilhamları)_ _Abrahadabra; Ra-Horus’un Peygamberi. _Ölüm, köpekler içindir. _Düşkünleri ve mutsuzları ezin. Bu aptal insanların dertlerine azıcık bile endişelenme sakın. _Bir dilenci sefaletini asla gizleyemez. _Lütuf yok. Suçluluk yok. Tek kanun: İstediğini Yap. _Hayvan gibi olma,
Aktörlük Sanatı, Sanat Kuramları, Görme Biçimleri
_Medeniyet, insanların ne kadar para kazandığıyla ya da kaç tane lüks arabaları olduğuyla ölçülmez. Medeniyetin para birimi Sanat’tır. Sanat aristokrattır ve sanatla uğraşan kimseler de yükselerek seçkinleşirler. Müzelerimizde ve kütüphanelerimizde korunan da sanatın ta kendisidir. Sanat Müzesi'ni ziyaret ettiğinizde göreceğiniz, insanların
( Eleştirel bir Bakış )
_Dinde zorlama yoktur. (Bakara 256) _Ama, kim İslamdan çıkıp başka bir dîn'e yönelirse sapkındır ve af yoktur. (İmran 90) _Çünkü, tek gerçek din islamdır. (İmran19) _İslam dışı tüm inançlar batıl ve sapkınlıktır.(Hadis) _İslam hakim gelene kadar kafirlerle savaşın.(Enfal39) _Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. (Saff 8)
Reklam
_İslam = Arapçılıktır. Asimilasyonla inananı araplaştırır. Her müslüman halk, araplaşmaya mahkumdur. Kuran’ın kendisi, Araplar için Arapça olduğunu söyler.(Şura 7) İnsanın tüm yaşantısı, giyimi, yemesi, içmesi, gezmesi, eğlenmesi, sevmesi, düşünmesi ve inanması “çöl bedevîlerinin kabile kanunu” ölçütlerine göre ayarlanmaktadır. İslamlaşarak milli
...kaynağını Batı pozitivizminden alan Kemalizm'in de Osmanlıda bir öncesi vardı: Bu, Osmanlı bürokratının pragmatizmi ve nispi laikliği idi: Osmanlı devlet adamlarının, İmparatorluğun kurumsal temellerini güçlendirmek için bir reform politikasına ihtiyaçları olduğunu anlamalarına imkan vermiş olan bu pragmatizmdi. Onlara, askeri okulların programlarına "pozitif bilimler"i (fen ilimleri) koyduran da aynısıdır. Atatürk'ü ve onun kuşağını bu okullar yetiştirmişti. Daha sonra Atatürk laikleşme modelini eğitimin tümüne yaydı ve "pozitif bilimler"i Türklerin geliştirmeleri gereken ideal bilgi türü haline getirdi.
Devlet,din işlerine karışmadığını ve din,inanç hürriyetine saygı gösterdiğini anlatmak için daha II.Murat(1451) zamanında din-devlet sahalarını ayırmıştır.Devletin din işlerine karışmamasını sağlamak için Şeyhülislamlık kurumu oluşturulmuştur,İstanbul başmüftüsünün temsil ettiği Şeyhülislamlık bu şekilde ortaya çıkmıştır. Şeyhülislamlık başka müslüman ülkelerde de isim olarak varsa da kurum olarak Şeyhülislamlığı yalnız Osmanlı’da bulmak mümkündür.Şeyhülislamlığın ana gayesi,din işleriyle devlet işlerini ayrı tutarak birinin diğerinin sahasına müdahelesini önlemek ve din konularında görüş ifade etmekti ki bu işlevin adı ifta idi.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Osmanlı döneminde kurgulandığı şekliyle devletin tam denetimine girmiş ulema, Diyanet’e hakim olmakla kalmaz, üniversitede ve özellikle Adliye Nezareti’nde de hatırı sayılır oranda temsil edilir. Döneminin Diyanet İşleri kadrolarının ve üniversite öğretim üyelerinin tekrar tekrar rejimle uyumlu bir İslam üretmek (modern İslam’a veya Türk-İslam sentezine omuz vermek) iştiyakının merkezinde bu vardır. Osmanlı’da zaten her zaman devlet ideolojisini öncelemiş olan ve geçen yüzyıldan beri devlet içerisinde eritilmiş bulunan ulemanın gereken her konuda desteği kolayca alınabilmektedir ve alınır da. Tartışmasız biçimde Cumhuriyet döneminin genel din siyaseti de hep bu olacaktır. Tam da bu yüzden, Kemalizm İslam yerine kendi kutsallık mekanizmalarını topluma aktarmaya niyet ettiğinde dahi, yeni kutsallık mekanizmaları bu şekilde konumlanan bir din bürokrasisi tarafından savunulmaya çalışılacaktır.
56 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.